Merhaba,
Bu yıl aldığım kararlar içerisinde 20’li yaşlarda okuduğum bazı kitapları yeniden okumak da vardı. Bu kitaplar arasında Michael Ende’nin MOMO kitabı da vardı. Michael Ende’nin MOMO kitabını yeniden okumaya başladığımda mutlaka bir blog yazısı yazmalıyım dedim. Kitabın her bölümünde kendime kısa kısa notlar çıkardım. Bu blog yazısında beni etkileyen ve zaman kavramına bakışımı değiştiren kısımlardan bahsetmezsem olmaz diye düşündüm.
Peki Zaman neydi? Yaşadığımız sürece sahip olduğumuz ve bizim yaşayışımıza, ruh halimize, amaç ve planlarımıza göre şekillendirmeye çalıştığımız ama kaçırdığımızda geri alamadığımız şey miydi? Kaybettiğimiz veya boşa geçtiğini düşündüğümüz zaman için üzülmek mi gerekirdi?
Michael Ende kitabında Momo adında küçük bir kızın bir kente gelmesi ve yaşadığı yerdeki insanlar ile diyalogları üzerinden zaman konusunu inanılmaz bir ustalıkla işlemiş. İlk Basımı 1984 yılında olan kitabı okuduğunuzda zaten neden bu kadar sevildiğini ve hala daha güncelliğini kaybetmediğini anlayabiliyorsunuz.
Beni oldukça etkileyen kitaptan alıntılarla devam edersem;
Momo ve Çöpçü Beppo arasında şöyle bir diyalog geçiyor;
Momo kendine özgü dinleyişi ile onu dinlerken Beppo’nun dili çözülür ve sözcükleri yerli yerine otururdu:
“Bak Momo” derdi, “Ne oluyor, biliyor musun? Bazen önüme upuzun bir cadde çıkıyor. Öyle uzun ki, insan bunun sonu gelmez sanıyor.”
“O zaman acele etmeye başlıyorsun. Gittikçe daha çabuk… Her seferinde önüne baktığında yol kısalır gibi olmuyor. Daha hızlı, daha gayretli, daha korkulu çalışıyorsun; sonunda nefesin kesilip güçsüz kalıyorsun. Ve cadde önünde upuzun duruyor. İnsan böyle yapmalı.’’
Susup, biraz daha düşündükten sonra sürdürdü konuşmasını: “Caddeyi bütünüyle görüp düşünmemeli. Hep bir sonraki adımı, bir sonraki nefesi ve bir sonraki süpürgeyi… Ve hep bir sonra geleceği… O zaman zevkli olur. Önemli olan işini iyi yapmaktır. Ve öyle yapmak gerekir.”
Beppo için bu kadar laf çok fazlaydı. Uzun bir süre susup ancak öyle başlardı yeniden konuşmaya:
“Bir de bakarsın ki, adım adım bütün yolu bitirmişsin. Nasıl olduğunu anlamadan ve yorulmadan.”
Başını önüne eğer sözünü noktalardı: “Önemli olan da budur.”
Yazar bu bölümde zorluklarla karşılaştığında eğer pes etmezsen, yolun uzunluğuna takılmadan sadece yapacaklarını yapmaya devam edersen, küçük parçalara bölüp başlarsan, kendini akışa bırakırsan zamanın nasıl geçtiğini anlayamamayı ne kadar güzel ve yalın bir şekilde okuyucuya aktarmış.
Okurken beni düşündüren bir diğer alıntı ise;
Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur, herkes onu tanır ama pek az kimse buna kafa yorar. Çok kimse onu olduğu gibi benimser ve hiç şaşkınlık göstermez. Bu büyük sır zamandır.
Onu ölçmek için saatler, takvimler yapılmıştır. Ama bunlar bir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana bir ömür kadar uzun gelir, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Zamanın bu garip kısalığı uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.
Hepimiz hayatın içinde koştururken zamansızlıktan yakınırız. Bazen vaktimizi boşaltmak için çabalar dururuz. Oysa zaman akıp giderken yaptığımız her şey de onunla beraber akar gider. Anda kalmak ve o anı yaşamak varken kaybedilmiş zamanların ardından pişman olmak bize fayda sağlamaz.
Kitabın içerisinde işaretlediğim bilmece sevenler için bir başka alıntı Momo ve Hora Usta arasından gelsin;
Dolaşırlarken söz arasında Momo’ya, “Bilmece sormayı sever misin?” diye sordu.
“Aa, evet. Çok severim!” dedi Momo. “Sen bir tane sorar mısın?”
“Peki” diye ona gülerek baktı Hora Usta. “Fakat bu çok zor. Pek az kimse çözebilir.”
“Daha iyi” dedi Momo. “Ben de onu öğrenir, sonra da arkadaşlarıma sorarım.”
“Bakalım bulabilecek misin, çok merak ediyorum. İyi dinle şimdi:
“Üç kardeşler, otururlar bir evde
Hiç benzemez birbirine üçü de.
Sen onları ayırt edeyim derken,
Dönüşürler çabucak birbirlerine.
Birincisi evde yoktur, gelecek.
İkincisi çıkmış gitmiş, dönmeyecek.
Üçünden en küçüğü evdedir.
O olmazsa her ikisi ne edecek?
Bildiğimiz sadece üçüncüdür.
Çünkü birinci İkinciye dönüşmüştür.
Sen tam onu görüyorum derken,
Bakarsın ki, kardeşi görünmüştür.
Söyle şimdi: Üçü tek bir kişi mi?
Yoksa iki veya hiçbir kişi mi?
Adlarını bana sayabilirsin.
Üç kudretli hükümdarı bilirsin,
Bir ülkeye üçü birden hükmeder.
Ülke ile bütünleşip bir eder.”
Cevabı kitabı okuduğunuzda Momo’dan öğrenmeniz daha güzel diye düşündüğüm için bilmecenin uzun cevabını paylaşmıyorum.
Sadece bu üç kardeşin Gelecek, Geçmiş ve Şimdi olduğunu bilin 😊
Bir başka alıntıda da Can sıkıntısı öyle güzel anlatılmış ki, paylaşmazsam içimde kalırdı;
Momo ve Hora Usta arasındaki bir diyalog
Momo ayağa kalktı: “Ah!” diye yakındı, “Ne çok ölü zaman…”
“Evet, dışarda gördüğün, Hiçbir Yerde Evinin çevresini saran bu duman, ölü zamanlardan oluşuyor. Daha hâlâ biraz temiz hava var, daha insanlara zamanlarını dağıtabilirim. Fakat, bu duman bir koca çan gibi çevremizi sarıp üstümüze kapanırsa, o vakit benim buradan yolladığım her saatin içine duman adamların ölü ve pis zamanları karışır. Bu zaman insanlara ulaşınca onları hasta eder, hem de ağır hasta eder.”
Momo, Hora Usta’ya gözünü ayırmadan bakarak sordu:
“Bu ne biçim bir hastalık?”
“Önceleri pek farkına varılmaz. Günün birinde insanın canı artık hiçbir şey yapmak istemez. Hiçbir şeyle ilgilenmez, kurur gider. Ve bu isteksizlik geçici değildir. Hatta giderek artar. Günden güne, haftadan haftaya daha kötü olur. Kendinden hoşlanmaz, içi bomboştur, dünyayla bağdaşamaz. Sonraları bu hisler de kalmaz, hiçbir şey hissetmez olur. Bütün dünyaya yabancılaşmıştır, kimse onu ilgilendirmez olmuştur. Ne kızgınlık duyar, ne hayranlık. Ne sevinmesini bilir, ne üzülmesini. Gülmeyi de, ağlamayı da unutmuştur. Böyle bir insanın içi kaskatı kesilir. Artık hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevemez. Bu durumda, artık hastanın iyileşmesine olanak yoktur. Dönüş kalmamıştır. Bomboş, kül rengi bir yüzle, nefretle çevresine bakar, tıpkı duman adamlar gibi. Onlardan biri olup çıkmıştır. Hastalığın adına gelince, buna öldüren CAN SIKINTISI denir.”
Momo’nun tüyleri diken diken oldu.
“Yani şimdi sen onlara insanların tüm zamanlarını vermezsen, bütün insanları böyle mi yapacaklar?” diye sordu. “Evet, beni bununla tehdit ediyorlar” diyerek ayağa kalktı Hora Usta. “Şimdiye kadar hep insanların bu beladan kendi kendilerine kurtulmalarını bekledim. Bunu başarabilirlerdi. Çünkü onların var olmasına kendileri yardım ettiler. Fakat, artık daha fazla bekleyemem. Bir şey yapmak zorundayım. Ama yalnız yapamam.”
Kitaptan en beğendiğim bölümleri sizlerle paylaşmış oldum. Umarım sizlere de farklı bir bakış açısı sunabilmişimdir.
Ben yazarın kitap içerisinde verdiği birçok mesajın anda kalmak ve anı yaşamak ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Kitabı okuyan veya bu yazı sonrası okuyacak olan sizler ne düşündünüz?
Siz Zamanın neresindesiniz? An’da mısınız?…
Bir de geçmişte okuduğunuz bir kitabı tekrar okuduğunuzda düşüncelerinizde değişim gözlemliyor musunuz? Ben bunu çok sık yaşıyorum. Bu nedenle yorumlarınızı çok merak ediyorum.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere,
Sevgiler